Sevdiğiyle vurulmak
Bütün darbeler acıtır, ama sevgiliden gelen öldürücü olur, şifa kabul etmez. Onun attığı gülün açtığı yara, mermininkinden çok daha derindir, hekimler çare bulamaz.
O çocukluk aşkımdı. Ve bugüne kadar devam etmişti.
Ama son gönderdiği haber beni tam gönlümden vurdu.
Gülün yaprağıyla gönderdiği haberde “Beni sevmenin bedeli, canındır, ölümündür. Kararını ver.” diyordu.
Can mı, cânân mı?
Hangisinden vazgeçebilir, hangisini feda edebilirsiniz?
Can olmadan cânân olabilir mi?
Gelen haberi yorumlayan doktor, “Halil Bey! Yapılacak bir şey yok. Ya can, ya da cânân. İkisinden birini tercih edeceksin. Sınırı aşmışsın. ‘Can’ diyorsan bundan sonra her türlü şekerden ve tatlıdan, üç beyazdan uzak duracaksın. Yok İlla da ‘canan’ illa da dersen, damarlarından gezen zehir, bunun da bedeli canın olur.” dedi.
Kala kaldım. Kalbimden, sevdiğimle, en zayıf yerimden vurulmuştum.
Hayatımın, çocukluğumun aşkı şeker, bunu bana nasıl yapardı?
Şekere, tatlıya tutkum, kara sevda derecesindeydi. Seviyordum…
Annem, “Oğlum, sütten ayrıldığında seni cam şeker ile avuttum. Her halde bu sebepten şekeri çok seviyorsun.” diyordu.
Hakikaten de şekeri ve tatlıyı çok seviyorum ta çocukluğumdan beri...
Küçüklüğümde oruçlu iken “İftar saati gelse de orucumu açsam ve yaz helvası yesem.” diye hayal kurardım.
Şekersiz, tatlısız bir hayat düşünemezdim. Ama düşünmek, ayrılığı da hesaplamak lazımmış.
İnsanın en sevdiği tarafından vurulması, hem de sinsice, çok acı...
En büyük darbeyi, ebedi saadetimizi yok eden öldürücü zehri, nefsimiz vasıtasıyla almıyor muyuz hem de tatlı niyetine...
Nefis, doymazlığı, bir anlık zevk kaygısıyla bile bile, hem kendini hem bizi ebedi ölüme götürmüyor mu?
“Halk nazarında muteber nesne yok devlet gibi/Olmaya cihanda devlet bir nefes sıhhat gibi” diyen Kanuni acaba hangi duygular altında bu beyti söylemişti?
O da acaba şeker hastası mıydı, tatlıdan ayrı mı düşmüştü?