Mayis60FM - Şarkı Sözleri , Flatcast Tema

This is a sample guest message. Register a free account today to become a member! Once signed in, you'll be able to participate on this site by adding your own topics and posts, as well as connect with other members through your own private inbox!

Tükeniş: Yeni bir başlangıç mıdır?

7. Mevsim

Paylaşımcı Üye
Katılım
2 Haz 2013
Mesajlar
180
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
63
Bahar, çelişkili duygular yumağı gibi avuçları içine alıyor insanı. Açmazdayım. Kendimi, çıkışı olmayan örümcek ağının içinde hissediyorum. Örümceğin zehrine karşı korumaya alıyorum vücudumu, ellerimle yüzümü kapatıyorum. Bütün vücudum yüzümden ibaret, sanki diğer parçalar bana ait değil, ya da sanki yüzümü koruyabilirsem bedenimin diğer uzuvlarını da korumuş olurum diye düşünüyorum. Daracık alanda çırpınıp duruyorum. Belli belirsiz cisimlerin flu görüntülerinden cesaret almaya çalışıyorum ne ve kim olduklarını bilmeksizin. Siluetler yavaş yavaş belirginleşmeye başlıyor, bana yansıyan görüntüleri korkunç. Rahatlık ve kaygısızlıktan öte, bu halden "memnun oluşlarından" şaşkınlığım gittikçe artıyor. Ürpererek yarım yüzlerine dokunuyorum. Her dokunuşta yüzlerinin bir kısmı yok oluyor... Önce küçük bir parçası geliyor elime, sonra bir parça, sonra bir parça... Her dokunduğumda yüzlerinin bir kısmı yok oluyor... Yanındakine dokunuyorum, ötekine, arkadakine, beridekine.... Hepsi hepsi... cüzzamlı yüzlerindeki cerahatlar elime bulaşıyor, gözlerinde daha önceleri var olduğunu sandığım ışığın yerini bulutsu bir tabaka almış, irin akıyor... Midem bulanıyor, hayır bulanmıyor da sanki yerinden sökülecek... Aldırmaz gülüyorlar, kahkaha atıyorlar, çığlık atıyorlar teker teker, grup grup...Habire çoğalıyorlar... Gittikçe çoğalıyorlar ve arkası önü görünmez bir kafileye dönüşüyorlar..
Gülüşmeleri sağır edici bir uğultu halini alıyor.... Tanıyor gibi oluyorum bunları, bazılarını sesinden, bazılarını mimiklerinden... Benim tanıdığım insanlar bunlar mıydı, şeklen benziyorlar, ruhen asla... Karar veremiyorum, endişeye kapılıyorum... Aklıma takılan soruların cevapları yok bu görüntüler karşısında.... Ben yanılıyor olmalıyım.... Şayet yanılmıyor idiysem, daha dün biz bunlarla yağmur yaş, soğuk sıcak demeden, açlığımıza açıklığımıza aldırmadan dağ bayır örümcek yuvalarını dağıtmak için yıllarımızı vermemiş miydik... Kentlerin bulvarlarında, kasaba meydanlarında, gecekondu, köy kahvelerinde örümceğin zehrine karşı insanları uyanık olmaya çağırmamış mıydık... Fabrika önlerinde "kardeşler" diye başlayan bildirileri dağıtırken örümceklerin ölümcül saldırıları karşısında ölümüne direnip, kimimiz sakatlanıp, kimimiz öldürülüp, çoğumuz tasavvur edilmez işkencelerden geçirilerek yıllardır hapis yatmamış mıydık... Bu kişiler bunlar olabilir mi... Kendimi asla bağışlamayacağım, asla, asla. Ben ne kadar kalbi kararmış biriyim... Beynim en iğrenç oyunlarından birini oynuyor olmalı bana... Hallüsünasyon görüyor olmalıyım... Kötü bir düş, bir kabus... Bu tertemiz insanlar geldiler de şimdi yüzlerini örümceğin zehrine teslim ettiler.... Ben çok kötü bir insanım, aklınızın, havsalanızın alamayacağı kadar kötü...
Adımı söylüyor biri ağzından salyalar saçarak. "Sen hala orada mı kaldın" diyor... "Biat et örümceğe, rahat bir hayatın olanaklarını tepme"... " Ne çektik biliyorsun, dünya değişti, artık küresel örümceğin ağları içindesin, çaban boşuna, inadın boşuna"... "Katıl bize, örümceğin nimetlerinden yararlan"... Bu nimet dediğiniz zehir diyorum, yüzünüzde bakılacak yer kalmamış, gözleriniz bulutsu bir tabaka, irin akıyor her yanınızdan, leşten beslenen akbabalardan farkınız kalmamış.... Sizi tanıyorum diyorum, "evet ama diyorlar şimdiki biz o zamanki biz değiliz..." Yanılmadığımı anlıyorum, tanıyorum bunları. Nereden ve nasıl bu ağın içine düştüklerini sormuyorum artık...
Sözümü bitirmeden gırtlağıma sarılıyorlar, akbabaların leş gagalaması gibi gagalamaya başlıyorlar... Korkuyorum, çok korkuyorum... Canım acıyor... Garip... Gagalarının bütün şiddetli vuruşlarına rağmen etimden bir parça bile koparamıyorlar... Sadece canımı yakıyorlar... "Karşımızdasın diyorlar"... "Karşınızdayım diyorum"... Darbelerden sersemledim, sadece korunmaya çalışıyorum saldırılarından.... Nasıl olduğuna pek akıl erdiremediğim bir şekilde ağda bir delik açılıyor... Küçük, küçücük bir delik... Gökyüzüne bakıyorum, mavi berrak, lekesiz... Evren bu çatının altında diyorum, örümcek ağının içinde değil... Ağ, asla evreni içine almayı başaramayacak... O sınırsız gök yüzünün bir noktasından esip örümcek ağının içine gizlice giren rüzgarın esintileriyle geliyorum kendime... Gülüşlerin kutsal bir ışık, bir güç, derman kaynağı oluyor takati tükenmiş bedenime..." Yaşam seni sınava çekti diyorsun, ya başaracaksın, ya da yüzüne cüzam illeti bulaşacak"... Yorgunum diyorum sana, çok yorgunum, direnmeye mecalim kalmadı... Seçim senin diyorsun, ya şu engin, sınırsız, sonsuz masmavi gökyüzü, serin rüzgârlar, ışıklı gecelerde birlikte söylediğimiz şarkıların hayatı, ya da örümcek ağı ve cüzamlı bir yüz... Ya biz ya onlar...
Belli belirsiz, uyur uyanık düşlere dalıyorum... Masallarla büyüdün diyorum kendi kendime. Anka Kuşu küllerinden yeniden doğmadı mı, Prometenin kalbini her gece akbabalar parçalamadı mı?. Bugün yaşayan kim? Anka Kuşu. Bu gün yaşayan kim? Promete... Yaşam tükenme noktasında kendini yeniden mi doğuruyor, insan yeniden mi ayağa kalkıyor?
Bir irkilmeyle kendime geliyorum. Güz rüzgârlarının saçlarını dağıttığı o sokaktan yürüyoruz yine, yüzünde övünç duyulası bir aydınlık, gözlerinde tanığı olduğum o mübarek gülümseme... Başını omzuma yaslıyorsun, ince usul bir sesle konuşuyorsun, ağır ağır.. Dalgınlığımı soruyorsun, "halsiz görünüyorsun, yüzün sapsarı, üstelik iki saattir de hiç konuşmadın" diyorsun, yine gülümsüyorsun.

Kendini anlat diyorsun, gün ağarmadan
Gecenin diliyle seslen
Rüzgârın gözüyle bak gözlerime/sıcak, esrik
Varsın gurbete düşsün gölgen
Yüzünü döndüğün yer sıla
Kırılgan mevsimlere benziyorsun
Zaman ve mekândan uzak.

Dalıp gidiyorsun varlığımdan habersiz
Merdiven uzatıyorsun gökyüzüne
Yıldızlara değiyor başın, gülüşün güneşe bedel
Koçero sanıyorsun kendini/masum yüzlü eşkıya
Issız koyakların hükümranı, sicili bozuk çingene

Kendini seyre çıkıyorsun karşı kıyılara
Alaca karanlığında akşamların
Şarapla yıkıyorsun patikaları
Bir yanın gök gürültüsü
Kelebek zarifliğinde bir yanın
Nereden gelip nereye gidiyorsun, meçhul
Bir nehir bilinmezliğinde
Bütün hayallerin gerçek, bütün gerçeklerin yalan
Silinip gidiyorsun zamanın gözlerinden
Dudağından düşürmediğin ıslığın kalıyor geriye
Bir de rüzgârlar.

Gecenin bitimindesin, günün ağarma vakti
Dağlar mühürlendi, atın yorgun
Ateşinin alevleri sönmekte
Sesine ses vermiyor ipek şalda saklı hançer
Düşlere yer yok bulvarlarda, caddelerde tay kişnemez
Vurulmuş at iskeletleri yatıyor mavzer çattığın dağlarda
Sığınacak neren kaldı
Gökkuşağından başka
Elimi bırakma, gölgen eksilmesin üstümden
Mayıs yağmurlarında öp beni, seyrimize çıksın el âlem
Düşlerin erguvan rengindeyim
Seninle sürüyor seninle başladığım masal
Bütün suçlarını bağışlıyor, kutsuyor bütün günahlarını
Peşinden koştuğun ömür
Bilirim iflah olmazlığını
Aşka ferman neylesin
Bahar yakışıyor sana.
 

" W£L!K£ "

BurDa LAf ÇoK
Sayfa Yöneticisi
Katılım
26 Ocak 2013
Mesajlar
3,726
Tepkime puanı
66
Puanları
48
Kendini anlat diyorsun, gün ağarmadan
Gecenin diliyle seslen
Rüzgârın gözüyle bak gözlerime/sıcak, esrik
Varsın gurbete düşsün gölgen
Yüzünü döndüğün yer sıla
Kırılgan mevsimlere benziyorsun
Zaman ve mekândan uzak.
 

06Orbey

New member
Katılım
28 Ocak 2013
Mesajlar
749
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Okuması zor olan, ama okudukça derin anlamlar içerdiğini fark ettiğim güzel ve edebi değeri yüksek bir yazı.Emeğine yüreğine sağlık usta...
 
Üst