Mayis60FM - Şarkı Sözleri , Flatcast Tema

This is a sample guest message. Register a free account today to become a member! Once signed in, you'll be able to participate on this site by adding your own topics and posts, as well as connect with other members through your own private inbox!

Insanlik krizi

7. Mevsim

Paylaşımcı Üye
Katılım
2 Haz 2013
Mesajlar
180
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
63
Yaşanılan küreselleşme süreciyle birlikte, sistematik 80’lerden beri yaptığı çalışmaların sonuçlarını almaya başlamıştır. Pasifikasyon, depolitizasyon ve kültürel dejenerasyon vb. politikalar sonucunda, geçmişsiz ve geleceksiz, toplumsallıktan uzak, bireyci, yalnız bir toplum yetiştirildi. Yeni dönem bireyciliği ve üretimsizliği sonucu, fikirsel üretim alanları tıkanıklığa maruz kaldı.
İnsanlar siyasal alanlardan savrulurken, ideolojik üretimsizlik her planda ve ideolojide kendisini gösterdi. Her ne kadar sorun Praxis’in (teorinin ve eylemin birlikte yeniden üretim süreci) üretilememe sorunuysa da bu sorun aynı zamanda ve daha büyük oranda kapitalist üretim ilişkilerinin de sorunu ve kapitalizmin sonu olacak gibi gözükmektedir.
Kapitalizm doğası gereği, insanların tüketiciye dönüşmesi ve bireylerin tüketici olarak istenmesi kurgusuna sahip olduğu için, bu tüketim koşullarının ve şartlarının ne olduğuyla pek ilgilenmez, tüket de nasıl olursa olsun, mantığı ile hareket eder. İşte bu mantık insan doğasını değişime tabi tutuyor.
Kapitalizmin en rafine haller aldığı, tüm dünya çapında insanlığı sömürüye tabi tuttuğu günümüzde, kapitalizm karşısında örgütlü bir güç bulunmadığı için, kapitalizm kendi sonunu hazırlama pahasına insan doğasını tehdit ediyor. Bu yıkım, sadece ayakta kalabilmek adına, sermaye guruplarının kendi gurupsal çıkarlarını korumak için, topluma dayattığı kültürün, hayatın her alanında yer bulmasıdır. Kapitalist ayakta kalabilmek için rekabet etmek, bu rekabeti sağlayabilmek içinse alabildiğine sömürmek zorundadır.
Sömürü, doğası gereği beraberinde yıkımı da getirmekte, yeniden üretim sürecinin önünü tıkamaktadır. İnsan doğasını toplumsal yaşamın dışına itmekte, toplumsal yaşamı neredeyse insansızlaştırmaktadır.
İnsan, toplumsal süreci ve ahlakı belirler; belirlenen toplumsal süreçse yeniden insanı belirler. Bu noktada ileri bir duruşa geçen öncü insanlar bu ileri itkiyi toplumsallaştırırlar, bu toplumsallaşan süreç yeni bir toplum, yeni toplumsa yeni öncü fikirleri doğurur. Sonuçta olması gereken ve olan mantık budur. Bu döngü aşağıdaki gibi bir süreç izler:
İNSAN → TOPLUM TOPLUMSAL BİRİKİM → İNSAN → TOPLUM TOPLUMSAL BİRİKİM → İNSAN→ ∞ (sonsuz)
İşte kırılan süreç budur. Artık öncü insanlar çıkmamakta, böylesi bir noktada da yeni toplumsal şekillenişler yaşanmamaktadır. Yaşanan tüm dönüşümler kapitalizmin devamı noktasında olmaktadır. Böylesi bir süreçse insanlığı belirsizliğe ve kaosa sürüklemektedir.
Tüm insanlık olarak hızla aynılaştırılmakla birlikte, insani olan ne varsa, sistematik tarafından yozlaştırılmış ve zavallılaştırılmıştır. Küresel dünyanın sakinleri, ağzına kadar tıka basa metalaşmış bir dünyada, sistematik tarafından sürekli tüketime zorlanmaktadırlar. Tüketim sistematiğin yönelimi doğrultusunda şekillenmekte, bireylerin tüketeceklerini nerede, nasıl ve ne şekilde tüketmeleri gerektiği dahi sistematiğin şekillenişine paralel belirlenmektedir. Esasen bu normal olandır, anormal olansa böylesi ilişkiler yumağında kaybolan insanlığa ve insani taleplere kimsenin sahip çıkmamasıdır.
İnsanlar tektipleş(tiril)miştir. Abartı yapmıyoruz, çıkıp sokağa bakalım yaşam bize: Jöle ile dikilen saçlar, abartılı yüz boyaları, dekolte kıyafetler, moda (trend) giysiler giyen sistematiğin yarattığı bir gençlik toplamı ve diğer bireyleri gösterecektir. Hayata bakışları, gelecekten beklentileri aynı, düşleri benzer, gülüşleri sahte, bu sistematiğin çocukları. Farklı renkler ve şekillere rağmen gizlenemez bir tek tiplik, aynı tornadan çıkmışlık, işte kapitalizmin iyi çocukları, tükettikleri ve tüketebildikleri ölçüde değerli çocukları.
Artık tüketiciye çevrilen insanlara, marka elbiseler giyinmesi, fast-food tarzı beslenmesi, hiçbir yerel tınıya sahip olmayan birbirinin aynısı müzikler dinlemesi, kesinlikle cep telefonu sahibi olması, tüm sosyal aktivitelerini internetten gidermesi, yani kısacası bireylere sunulan, kendilerini markaların ifade etmesidir. Sistematiğin zorunda olduğu şey tüketim ve daha fazla tüketimdir.
Aidiyet hissiyatı tüm toplumu bir noktada belirleyen bir konumdur. Toplumsal yaşam ne kadar güçlü ve etkiliyse bireyin o yaşama ait olması en normal davranış biçimidir. Yani bireyin aidiyetini belirleyen en önemli etmen, içinde bulunduğu toplumda bulunan ve en çok sosyal ilişkiye sahip gruba dâhil olmaktır. Bu bireyde seçimsiz ya da kendi seçimi gibi gözükse de, aslında mecburiyetin kendisini dayatmasından başka birşey değildir.
Esasen toplumsal yaşam o kadar enteresan doneleri bağrında barındırmaktadır ki (buna sistemin çelişkileri de diyebiliriz) kafamızı çevirdiğimiz her yerde bir acayiplik, absürdlük mevcuttur. Örneğin bilgi ve akıl çağında olduğumuzu iddia eden söylevlere karşılık, toplumda bir astroloji (burç) merakı, falcılık, büyücülük, hurafeler, töreler yaygın olarak görülebilir. Peki, biz akıl çağında bilgi çağında yaşıyoruz da bu yaşanan süreçlerin anlamı nedir?
Bizce iddiaların aksine günümüz toplumlarının küreselleşmiş bireyleri, kişisel ve ruhi olarak geliş(tiril)medikleri için, böyle akıldışı metot ve yollara başvurmaktadırlar. Yani lafın kısası, bilgi çağı insanı, ortaçağ karanlığındaki bir insan gibi yaşamakta, hurafelere akıl dışılığa pirim vermektedir.
Yukarda anlattığımız kültürel hegemonya, bizi yaşantımızın her alanında teslim almıştır. Civarınıza baktığınızda ne demeye çalıştığımız daha iyi anlaşılabilir. Günümüzde tatil günleri ve boş zamanlarında, insanların hemen hemen çoğu, sosyalleşme dürtülerini alışveriş merkezleri ve cafe-barları doldurarak gerçekleştirmekteler.
Yeni nesil kentli bireyler, sohbet etmek için msn’i, gezmek için alışveriş merkezlerini, aşklarını yaşamak için cep telefonlarını, kültürel donanımları için televizyonları kullanarak (tüketerek) yaşıyorlar. Ve bu anlattıklarımız sadece ülkemize özgü değil, tüm dünyada yaşanan bir tek tipleşme, bir yaşam biçimidir. Yani Brezilya’daki, ABD’deki, Avrupa’daki, Türkiye’deki, Rusya’daki vb. ülkelerdeki tüm bireyler hemen hemen ortaklaşmıştır. Bu ortaklaşma sadece, yaşamsal ve fikirsel değildir, dikkatli incelenirse ufak farklar dışında kentsel mekânlar dahi birbirinin aynısıdır.
Kısaca küresel bireyi tanımlamak gerekirse, verileni tüketmesi veya tüketebilmek adına her türlü insani duygularından arınması istenen ve “hayatın tadı” nın sunulan metaları tüketmek olarak algılatılan, kendisi dışındakileri düşünmemesi öğütlenen, giyim kuşam özgürlüğü ile yozlaşmış cinsel özgürlük alanında, tüm özgürlüğü mahkûm edilmiş, yalnız ve bencil bir bireydir yetiştirilen.
Büyük bir insanlık kriziyle karşı karşıyayız. Bu kriz umutsuz, geleceksiz insanları daha doğrusu insani olan ne kaldıysa dev bir kara delik gibi emerek büyümektedir. Tek tipleşen aidiyetsizleşen bireylerin oluşturduğu, yalnız ve bencil bir toplum; geçmişsiz ve geleceksiz bir toplum, umutsuz bir toplum, sonuç gün be gün büyüyen insanlık krizidir.
Bu krizi yaratan da büyütende sermayedir. Çünkü sermaye içine girmiş olduğu süreci ancak tüketim sarmalıyla sürdürebilir. Yani bireyleri tüketime kışkırttığı ölçüde var olacaktır. Zaten bu yüzden sürekli reklâm pompalaması yapmaktadırlar. Piyasa denilen kavram günümüzde tam anlamıyla reklâma indirgenmiştir. Reklâmlarsa, yozlaşmaya ve çürümeye çağrı çıkarmakta, günümüz medyası ise reklâm sektörü sayesinde ayakta durmaktadır. İnsanlık krizinin derinleşmesi noktasında, görsel iletişim en büyük paydaya sahip olan sektör olarak karşımızda durmaktadır.
Dolayısıyla yalnızlaştırılmış, aidiyetsizleştirilmiş, apolitikleştirilmiş, kendi hayatına dahi seyirci bırakılmış, tüm hayatı televizyon karşısına hapsedilmiş ve düşünmeme çağrısıyla aptallaştırılmış, geçmişsiz bırakılmış, geleceği elinden alınmış bir toplumun içindeki bireyin hayatında, insani bir yaşam, insani beslenme, insani eğitim, insani sağlık, bir öneme sahip değildir. Günümüz bireyi, karnını bir şekilde doyurduktan sonra, gelir seviyesi ne olursa olsun hatta hiçbir gelire sahip olmasa bile, soluğu televizyon karşısında almaktadır. Sermayenin ana fikri televizyonlardan beyinlerine işlenen bu bireyin, insani bir beklentisi olmaması da doğaldır. Zaten sorun da tüm topluma yeniden, insani bir yaşamın ne demek olduğunun gösterilmesi sorunudur. İnsanlık, ideolojik, ekonomik, ahlaksal bir krizle yüz yüze, en önemlisi de varlık sorunsalıyla karşı karşıya. Tek tipleşmiş üretemeyen bireyler, tıkanmış bir yaşam, kördüğüm olmuş insanlık. Tükeniyoruz günden güne, aslında tükettiğimizi sandığımız şeyler bizi günden güne tüketiyor. Bu yolların sonu neresinden bakarsanız bakın insanlık krizine, mahvoluşa çıkar.
Kâr hırsına kurban edilen bir dünyada, sömürünün devamı için artık, insanlık da kurban edilmektedir. İnsanlık tüm tarihi boyunca hiç bu kadar alçalmamış, hiç bu kadar insafsızlaşmamış, hiç bu kadar insansızlaştırılmamıştı. Sonu belirsiz bir girdaba sokulduk, bu gidişat eğer böyle devam ederse, elimizde ve yüreğimizde insani olan ne kaldıysa hepsini yitireceğiz. O yüzden hiç vakit kaybetmeksizin, geleceğimizi elimize almamız şart. Biz geleceğimizi istiyoruz, biz yaşamımızda söz sahibi olmak istiyoruz, biz insan kalmak istiyoruz…
_______________________________________________________________
1 Yukarıda sistematik kelimesinden bir hayli bahsediyoruz, bu kavram ideolojik bulanıklığı aşmak adına ve günümüz dünyasını algılamak adına açıklanmalıdır.
Sistem kelimesi sosyolojik analizde, sosyolog T. Parson tarafınca detaylı analiz edilmiştir. Parson’a gelinceye kadar sistem kavramı yerine daha çok yapı terimi kullanılmaktaydı. Burada sistemi bir hastaneye benzetelim hastane, iç ve dış hastalıklar gibi alt sistemlere, bu alt sistemlerde göz, göğüs hastalıkları, psikiyatri gibi alt sistemlerden, hasta ve hekimlerden, ilaç sektörleri v.b. kurumsal sistemlerden oluşur. Dolayısıyla sistematiksel bir zincir söz konusudur. Hastanın ve hastalığın mahiyeti değiştiğinde, hastanede ve bölümlerde hatta hukuksal süreçlerde değişim kaçınılmazdır. Sömüren ve sömürülen ilişkisinde açımlandırılmaya çalışılan siyasal sistematik de bu gibi alt sistemlere ve bu alt sistemlerin de altında zincirleme sistemlere bağımlıdır. Hastalığın türü ve konumlanışı değiştiğinde nasıl ki hekimler ve kurumlar değişebiliyorsa ve bu zincirden biri olmadığında hastane farklılaşıyorsa sömüren ve sömürülen ilişkisi de hastane örneğinde olduğu gibi değişmektedir.
Dünya üzerindeki yaşamsal süreci sistem olarak tanımlamak, bir takım devlet ve şirketlerin arasındaki ilişkiler, çelişkiler ve rekabetinden kopuk bir söylem olmaktadır. Sistematik kavramı bu zincirler silsilesinin aralarındaki bağıntılarla görme ve analize yönelme eğilimidir.
Şimdi sistematik ayrımını yapmak, dünyadaki bütün kötülükleri salt bir kavrama bağlayan bunu da basitçe sistem diye geçiştiren kolaycı mantıktan ayrışmaktır. Çünkü komplike bir yaşamla karşı karşıyayız. Birçok belirleyenin olduğu, ama kimse tarafından net olarak yön verilemeyen bir bütünselliktir sistematik. Üstelik bu durumu kendimizden ayrı da tanımlayamayız. Sistematik tanımı günümüz kapitalizminin düşünsel yorumuna ayna tutmaktadır.
 
Üst