Mayis60FM - Şarkı Sözleri , Flatcast Tema

This is a sample guest message. Register a free account today to become a member! Once signed in, you'll be able to participate on this site by adding your own topics and posts, as well as connect with other members through your own private inbox!

Eylül

Administrator
Sayfa Yöneticisi
Katılım
26 Ocak 2013
Mesajlar
4,217
Tepkime puanı
124
Puanları
63
Bersisa isminde bir zat, inzivaya çekilmiş, gece-gündüz vakti Allah'a (c.c.) ibadetle geçer ve hiçbir kötülükte bulunmazdı. Bu zatı şeytan aleyhilla'ne kandırmak için türlü hilelere başvurdu. Fakat bir türlü kandıramadı. En sonunda şeytan işin kolayını bulmuşt'u. Çünkü Şeyh Bersisa, âmil, mütteld, züht ü takva sahibi bir zattı ama, alim değildi. Yani ilm-i zahiri yoktu. Ondan dolayı onu kandırmak kolay olacaktı. Plânını şöyle tatbik etti: Şeytan, sırtında cübbesi, elinde asası, başında sarığı, elinde tesbihi olduğu halde bembeyaz sakalıyla Şeyh Bersisa'nın ibadet ettiği yere varıp kapısını çaldı. Şeyh Bersisa kapıyı açtıktan sonra, kim olup, nereden geldiğini ve niçin geldiğini sordu. Şeytan Alleyhilla'ne ona şu, cevabı verdi: - Ben dünya nimetlerinden uzak, ömrünü Allah'a ibadetle geçirmek isteyen bir kimseyim. Bir Allah dostu bulup kendime arkadaş edinmek için çok yer dolaştım, fakat sizden başka bir kimseye rastlamadım. Memleketine yaklaştığımda, sizin isminizi duydum. Sizin de bütün gayretiniz Allah'ın rızasını kazanmak olduğuna göre, beni de kabul buyur da, beraber ibadete devam edelim.» dedi. Şeyh Bersisa, onun şeytan olduğunu ve kendisinin ayağını kaydırmak için geldiğini nereden bilecekti. Arkadaşlığı kabul etti... Beraber ibadete başladılar. Aradan zaman geçiyor, Şeyh Bersisa ibadet ediyor, yiyor içiyor ve diğer insanlar gibi yaşıyor, lâkin Şeytan Allah'a öyle ibadet eder gözüküyor ki yemiyor - içmiyor, yatıp uyumuyor ve bütün zamanını ibadet ederek geçiriyordu. Şeyh Bersisa, yeni dostuna hayran kalmıştı. Aradan- çok zaman geçmeden dayanamayarak: - Ey Allah'ın salih kulu, sen bu mertebeye nasıl yetiştin. Ben senelerden beri ibadet ederim, yeyip içmekten kurtulamadım. Sense bütün zamanını ibadete ayırabiliyorsun. Ne olur, bunun sırrını bana da öğret de, ben de senin gibi olayım, dedi. Şeytanın istediği doğmuştu... - Bunun kolayı var! Evvela bir büyük günah işleyecek, sonra da -ona samimiyetle tövbe edeceksin. Büyük bir günah işlemiş olduğundan Allah'tan daha fazla korkmaya başlayacak ve böylece de benim gibi, sen de her türlü insanî kötü hasletlerden kurtulmuş olacaksın, dedi. Şeyh, meselâ ne gibi bir günah işlemesi lazım geldiğini sordu. Şeytan, artık bayram ediyordu. Çünkü avını kandırmıştı. - Zina edebilirsin, dedi. Şeyh: - Yapamam, dedi. Bu sefer şeytan: - Adam öldür! dedi. Bersisa, yine: - Onu da yapamam, dedi. Şeytan: - İçki içersin, dedi... Bersisa, düşündü taşındı, onu biraz hafif görmüştü: - O olur, yapabilirim, dedi. Şeytan artık sevincinden havalarda uçuyordu. Bersisa doğru kasabadaki meyhanelerden birine gidip bir miktar içki istedi, içkiyi sunan saki kadındı, içtikçe içti ve sonunda sarhoş olup kadına zina etmeyi düşünmeye başladı. Şeytan tabiî ki boş durmuyor, adamın gözüne gözükmeden nefs yoluyla durma, böyle fırsat elegeçmez, hemen bu kadınla münâsebet kur, diyordu. Bersisa, tamamen sarhoş olduktan sonra, meyhaneci kadına orada zina etti. Bu onun için çok kötü bir şeydi... Duyulursa ne derlerdi. En iyisi o kadını öldürüp gömmekti, ve öyle yaptı. Kadını öldürüp meyhanenin arkasında bir yere gömdü. Fakat hadise duyulmakta ve yayılmakta gecikmedi. Bersisa'yı yakalayıp mahkemeye çıkardılar. Katil oldüğü için kısasa kısas Ölümüne hükmolundu. Bersisa idam sehpasına çıkmış, artık ip boğazına geçirildikten sonra onu kurtaracak hiçbir kimse yoktu. Şeytan karşıda görüldü. - Bu hal nedir ey dostum, dedi. Bersisa: - Görüyorsun ey Allah'ın sevgili kulu beni kurtar, diye yalvarmaya başladı. Şeytan: - Bir şartla seni kurtarırım. O da bana secde edeceksin, dedi. Bersisa: - Görüyorsun ip boğazıma geçirilmiş nasıl secde edebilirim, deyince de: - İşaretle secde edebilirsin, dedi. Bersisa başıyla işaret ederek secde etti ve sandalye ayağının altından çekilince imansız olarak göçüp gitti. Allah muhafaza buyursun. İlimsiz amelin, insanı nereye kadar götüreceğine güzel bir misâl böylece vuku bulmuş oldu. Eğer onda şeriata müteallik ilim olsaydı içki içmek, zina etmekle, adam öldürmekle evliya olunamayacağını bilir ve şeytana uymazdı. Kaynak: Büyük Dini Hikayeler, Osmanlı Yayınevi
 

Eylül

Administrator
Sayfa Yöneticisi
Katılım
26 Ocak 2013
Mesajlar
4,217
Tepkime puanı
124
Puanları
63
Doğruluk

Zalim bir vali vardı. Bu vali bir gün adamlarını göndererek Hasan Basri Hazretleri'ni yakalatmak istedi. O da bir vakit ders verdiği Habib-i Acemi Hazretleri'nin kulübesine gelip saklandı. Valinin adamları geldi ve hışımla:
- Hasan Basri'yi (r.a.) gördün mü? diye sordular.
O gayet sakin:
- Evet, dedi.
- Nerede?
- İşte şu kulübemde...
Adamlar kulübeye daldı, fakat bir türlü Hasan Basri Hazretleri'ni bulamadılar. Dışarı çıkınca tehdit edip:
- Ya şeyh, niçin yalan söylüyorsun? dediler.
- Ben yalan söylemedim, dedi. Siz göremedinizse, benim suçum ne?
Tekrar girdi, aradı, fakat bulamadılar. Onlar gidince, Hasan Basri Hazretleri:
- Ey Habib! Biliyorum ki Rabb'im senin hürmetine beni onlara göstermedi. Fakat yerimi niçin söyledin, hocalık hakkı yok mudur? dedi.
Hazreti Habib mahcub bir şekilde:
- Ey Üstadım! Sizi bulamamaları benim hürmetime değil, doğru söylediğimizdendir. Çünkü bilirsiniz ki, Doğruların yardımcısı Allah'tır. Eğer yalan söyleseydim, sizi de beni de götürürlerdi, dedi.
Tevil yapmaya, bir zalimin elinden bir mazlumu kurtarmak için, yalan söylemeye ruhsatın olduğu yerler olsa bile, efdal olan, eğer Habib-i Acemi Hazretleri gibi bir teslimiyetiniz varsa, doğruyu söylemektir.

Kaynak: Mehmet Akar, Mesel Denizi, Nil Yayınları, İstanbul 2001, s. 149-150

 

Eylül

Administrator
Sayfa Yöneticisi
Katılım
26 Ocak 2013
Mesajlar
4,217
Tepkime puanı
124
Puanları
63
İmam-ı Azam'ın İkna Kabiliyeti

Bir adam hem çok iyi bir müslüman olduğunu iddia ediyor, hem de Resülüllahın halifeleri olan Hulefa-i Raşidine karşı bile son derece kin ve nefret besliyordu.

Ondaki bu nefret öylesine aklını başından almıştı ki, o büyük zatlar hakkında iftira dahi edebilecek reddeye gelmişti. Öyle ki Hz. Osman (Radıyallahü anh)'ın haşa "yahudi" olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişti.

Küfe'de yaşayan bu sapık itikatlı adam, bulunduğu muhitin eşrafındandı. Onu bu itikadından döndürebilmek için her ne kadar ilim adamları, hocalar kendisine gidip bu meseleyi anlatmaya, izah etmeye çalıştılarsa da, bir türlü onu ikna etmeye muvaffak olamadılar. Ayetler, Hadisler okumalarına, yığınla deliller göstermelerine rağmen bu kimseyi yanlış itikadından döndüremiyorlardı. Adam öyledine inat ve öylesine cahildi ki, laf anlatabilene aşk olsun...

Bir gün büyük müctehid Imam-ı Azam Hazretlerine bu meseleyi açtılar ve bu adamın hakkından ancak kendisinin gelebileceğini söylediler. Imam-ı Azam meseleyi dinledi ve yanlış itikat sahibi olan kimseyi ikna etmeye çalışacağını söyledi.

Bu adamın güzel ve dindar bilinen bir kızı vardı. Kız da evlilik çağına gelmişti. Imam-ı Azam o adama haber göndererek, hayırlı bir iş için filan günün akşamı ona misafir olacağını bildirdi. Tabi adam bu habere son derece sevindi ve mutlu oldu. Zira kız evlat baba evinde bir emanet değilmiydi? Nihayet günün birinde bir kısmeti çıkacak ve evden ayrılıp kendine bir yuva kuracaktı. Dolayısıla İmam-ı Azam gibi büyük bir alimin bu meselede aracı olması bir nevi dünürlük etmesi, elbette bir iftihar vesilesiydi.

Kararlaştırılan gün geldi ve Imam-ı Azam o adamın evine misafir oldu. Yenildi, içiidi konuşulup sohbetler edildi ve konu döndü dolaştı asıl meseleye gelindi. Büyük İmam konuya girdi ve Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle adamın kızını bir delikanlı için istedi. Adam imam-ı Azamın aracı olduğu birine kızını vermeye dünden razıydı, lakin bu deli kanlı acaba kimdi, neyin nesiydi? Bunu da usulüyle sordu.

-Ey Imam! Bu hayırlı iş için sizin gelmeniz ve damat adayına kefil olmanız,kızımı vermem için yeterli bir sebeptir, lakin "bu delikanlı kimdir, kimlerdendir, huyu suyu nasıldır?" takdir edersiniz ki, bunu bilmek bizim hakkımızdır.

Bunun üzerine imam-ı Azam başladı damat adayının meziyetlerini anlatmaya:

-Bu kimse son derece dindardır. Allah'tan son derece korkar. Öyle bir haya ve edeplidir ki, bu konuda melekler Ona yetişemez. Aynı zamanda Hafız-ı Kuran'dır. Alim, abid, yiğit son derece de zengin ve cömerttir.

Imam-ı Azam damat adayının meziyetlerini bu şekilde anlatmaya devam ederken adamın ağzı bir karış açık kaldı. Başına devlet kuşu konuyordu. Böyle birine gözü kapalı herkes kızını verirdi. Lafı daha fazla uzatmak istemedi ve dedi ki:

- Ya Imam! Bu kadar yeter. Daha fazla bir şey anlatmanıza hiç gerek yok. Öyle şeyler söylediniz ki, bu saydığınız özelliklerden bir tanesi bile kızımı o gence vermeme valiahi yeter.

Imamı Azam konuyu istediği yere getirmişti ve sözünün sonuna hemen şunu ilave etti.

-Yalnız tüm bunları sayarken, gencin bir kusurunu söylemeyi unuttum.

-Nedir o kusur?

-Kızınızı istediğim delikanlı Yahudidir.

Adam bu cevabı duyunca birden rengi attı. Öylesine hiddetlendi, öylesine gadaplandı ki, ağzından tükürükler saçarak bağırdı:

-Nasılolur Ya Imam!? Benim kızımı bir Yahudi'ye mi istiyorsun ve ona mı layık görüyorsun?!

Bunun üzerine Imam-ı Azam, Hz. Osman (Radıyallahü anh) hakkında ileri geri konuşup "Yahudi" dir diye iftira eden adama, şu müthiş cevabı verdi:

-Bre adam! Sen bir kızını Yahudi'ye veremiyorsun da, Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in, iki kızını birden Yahudi'ye verdiğini nasıl iddia edebiliyorsun?

Imam-ı Azam'ın bu sözü üzerine adamın aklı başına geldi ve ne büyük bir hata yaptığının farkına vardı. Evvelce söylediği o cahilane sözler için çok mahcup oldu. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in iki kızıyla da nikahlanma şerefine nail olup, "Osman-ı Zinnureyn" (iki nur sahibi) lakabını alan Hz. Osman (Radıyallahü anh) hakkında yapmış olduğu çirkin iftiralardan ötürü derhal tövbe etti. Artık bundan böyle aleyhinde tek bir söz söylemediği gibi Hz. Osman (Radıyallahü anh)ı hem övdü, hem de çok sevdi.
 
Üst