gayet sakinim... ve size artık acıyorum... ikimizin de mesajlarını tekrar tekrar okuyun ki; benim mesajlarımda tekbir hakaret kelimesi göremezsiniz...
sizde ise hep tek doğruyu siz biliyorsunuz özgüveni ile karşı tarafı aşağılayıcı bir üslubunuz var...
mesajları silme konusuna gelince benim sildiğim mesajlar hani diğer bir üyemizin mesajlarında sürekli link atıyor ikazınız ile haklı olduğunuz
ve tasvip etmediğim bir davranış olduğu için sildiklerim onun mesajlarıdır...
sizinkiler değil...
(Atatürkün tek başına savaşırken aradan geçen 2 milyon mehmetçiğin , sivas lisesinde 15 yaşındaki , annelerinin çocuklarının ellerini kınalayarak cepheye gönderdiği öğrencilerin cepheye gidip bir tanesinin bile geri dönmediği savaşın üzerine çöreklenmiş , vatan , bayrak, din, millet aşkıyla kanını dökmüş milyonlarca şehidin kanının üzerine boş boş konuşmakla bu tarihi değiştirmeye çalışmakla hiç bir yere varamazsınız.) bu yorumunuzla o fidan şehitlerin kanından utanmalısınız...bizlerin tarihi değiştirdiği yok çanakkaleye gidin ve milyonlarca merminin hala toprak üstünde olduğunu görün...
2.abdulhamid gibi dünyanın saygı duyduğu insanlar zevk ve sefa içinde yaşamış.!!!!!!
II. Abdülhamid döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun hiç toprak kaybetmediğine dair bir iddia bir süredir dolaşımda. II. Abdülhamid döneminde toprak kayıpları 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nın sonunda imzalanan Berlin Antlaşması ile başladı. Bu antlaşma ile Bulgaristan toprakları üç bölgeye ayrıldı, Yunanistan’a bir miktar toprak verildi. Karadağ’ın, Sırbistan’ın ve Romanya’nın bağımsızlığı kabul edildi. Kars, Ardahan ve Batum’u harp tazminatı olarak Rusya’ya bırakıldı, Kotur ise İran’a verildi. Bunun yanında Kıbrıs’ta İngiliz hakimiyeti pekişti, 1881’de Fransa Tunus’u, 1882’de İngiltere Mısır’ı işgal etti. 1885’te İtalya Habeş’i işgal etti. Bulgarlar ise aynı yıl Doğu Rumeli’yi işgal ederek bağımsızlıklarını ilan ettiler.
*Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; Kimdir bu? Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh’tır. Yörede çok hatırlısı vardır. Atatürk Şıh’ı yanına çağırır ve; “Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.
Şıh; “Emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya’daki Şıh’ı hatırlar ve Valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali nasıl söyleyeceğini bilememekle birlikte, Şıh’ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister.
Ertesi gün Amasya’dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata’yı görmek üzere Ankara’ya yola çıkmış.
Şıh gelir. Ata’nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş,saçlar kısaltılmış,kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş,bambaşka görünüme bürünülmüştür. Atatürk’ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata’ya sorarlar; “Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; “Dün akşam Amasya Valiliği’ne bir yazı gönderdim ve Şıh’ı Afyon’a vali atadığımı bildirdim”der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh’a vermesini söyler.
Yazıda söyle yazmaktadır; “İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir.Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla.*
Böylesi ders veren bir ileri görüş şapka takmayanı astırmışa inanıyormusunuz?