MayıS
Sayfa Yöneticisi
- Katılım
- 27 Ocak 2013
- Mesajlar
- 1,303
- Tepkime puanı
- 51
- Puanları
- 48
Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında, tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse onunla konuşarak:
Hadi bakalım evladım, bu ihtiyarın elmasını ver artık ve bir elma düşerdi en güzelinden, en olgunundan.
Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak, onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte, ekmeğine katık ettikten sonra babasından kalan Kur'an-ı Kerim'i okumaya koyulurdu.
Çoban bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı.
Elma ağacı belki bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı.
Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından, şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı.
Fakat aradan geçen bunca yıl içinde, beli bükülüp boyu kısalmış.
Ağaçsa bir çınar gibi büyüyüp, göklere yükselmişti.
Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi..?
Onu bir evlat sevgisiyle okşarken:
Ver yavrum derdi, gönder bakalım bugünkü kısmetimi.
Her zaman bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan.
Köylüler uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp, yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi.
Yaşlı adam ağacın altında dinlenip, namazını kıldığı bir gün yine elmasını istedi.
Ancak dallar dolu olmasına rağmen, nedense bir şey düşmemişti.
Sonra isteğini bir daha, bir daha tekrarladı.
Beklediği şey bir türlü gelmiyordu.
Gözyaşları yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.
Yavrusu meyve verdiği günden bu yana, onu ilk defa reddediyordu.
İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu.
Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinden daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle birden irkildi.
Yeniden doğmuştu çoban, sanki bir şey hatırlamıştı.
Çocuklar gibi sevinerek, ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken:
Canım dedi, hıçkırıp ağlayarak.
Benim güzel evladım, mis kokulum.
Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bugünün Ramazan'ın ilk günü olduğunu...
Hadi bakalım evladım, bu ihtiyarın elmasını ver artık ve bir elma düşerdi en güzelinden, en olgunundan.
Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak, onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte, ekmeğine katık ettikten sonra babasından kalan Kur'an-ı Kerim'i okumaya koyulurdu.
Çoban bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı.
Elma ağacı belki bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı.
Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından, şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı.
Fakat aradan geçen bunca yıl içinde, beli bükülüp boyu kısalmış.
Ağaçsa bir çınar gibi büyüyüp, göklere yükselmişti.
Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi..?
Onu bir evlat sevgisiyle okşarken:
Ver yavrum derdi, gönder bakalım bugünkü kısmetimi.
Her zaman bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan.
Köylüler uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp, yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi.
Yaşlı adam ağacın altında dinlenip, namazını kıldığı bir gün yine elmasını istedi.
Ancak dallar dolu olmasına rağmen, nedense bir şey düşmemişti.
Sonra isteğini bir daha, bir daha tekrarladı.
Beklediği şey bir türlü gelmiyordu.
Gözyaşları yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.
Yavrusu meyve verdiği günden bu yana, onu ilk defa reddediyordu.
İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu.
Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinden daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle birden irkildi.
Yeniden doğmuştu çoban, sanki bir şey hatırlamıştı.
Çocuklar gibi sevinerek, ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken:
Canım dedi, hıçkırıp ağlayarak.
Benim güzel evladım, mis kokulum.
Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bugünün Ramazan'ın ilk günü olduğunu...